Raffaello Sanzio (1483-1520) Yaşamı

    Raffaello, ömrünü sadece "ideal güzelliği" bulmak uğruna adamış bir sanatçıydı. Hayatı hep sakin ve mutlu geçmiş, ölümüne kadar zaferden zafere koşmuştur. Alçakgönüllü, iyi kalpli bir insan olan Raffaello, yedisinden yetmişine kadar herkes tarafından sevilir, gittiği her yerde büyük saygı görürdü. Güzelliğinden ve zarafetinden dolayı bilhassa kadınlar kendisine ilah gibi taparlardı. 

    Raffaello, 1483 yılında Paskalya yortusundan önceki kutsal Cuma gününün akşamı saat dokuzda Urbino şehrinde doğdu. Babası Giovanni de'Santi, vasatın çok altında bir ressam, o ölçüde de başarısız bir şairdi. Ama zeki, olgun ve kültürlü bir insandı. Anne ve baba bu biricik evlatlarının üzerine titrerlerdi. Baba Giovanni, o zamanki adetin hilafina, sevgili oğlunun bakımını bir dadıya veya sütnineye bırakmamış, bu işle öz annesini görevlendirmiştir. Küçük Raffaello emeklemeye başlayınca eğitimiyle gene bizzat babası meşgul olmuş, sofrada büyüklerle otururken ağzına küçük lokmalar almasını, ağzını açmadan ve şapırdatmadan bu lokmaları yutmasını öğretmişti. Giovannı de'Santi, oğlunu kötü huylar kapabileceği yabancılara teslim etmeden, aile ocağında dilediği şekilde terbiye etmeyi, onu herkese örnek olacak mükemmellikte bir insan olarak yetiştirmeyi istemişti.  Oğlu büyümeye başlayınca ona genel kültür dersleri vermeye ve resim sanatının inceliklerini öğretmeye başladı. Küçücük bir taşra şehri olan Urbino, her şeye rağmen zamanın bir sanat ve kültür merkezi halindedir. Raffaello'nun doğumundann bir yıl önce ölen Dük Federico da Montefeltro, burada ünlü mimar Laurana'ya muhteşem bir dükalık sarayı yaptırmıştır. Üslup itibarıyla gerçek bir başyapıt olan bu sarayın başlıca özelliği, zamanın en zengin kütüphanelerinden birine sahip olmasıydı. Öte yandan saray, baştanbaşa zarif heykellerle ve Melezzo de Forli, Signorelli gibi sanatçıların resimleriyle doluydu. Montefeltro'nun ölümünden sonra da burası değerini kaybetmedi. Giovannı oğlunu sık sık buraya getirir, resimler ve heykeller hakkında açıklamalar yapardı. Raffaello,  bu gördüğü güzel şeylerden edindiği izlenimlerle babasının atölyesinde çıraklık etmeye devam ediyordu. Gelgelelim, bu iyi niyetli babanın resim konusunda bilgisi ancak belli bir dereceye kadardı. Nitekim o sıralarda henüz çocuk yaştaki oğluna fazla bir şey öğretemeyeceği kısa zamanda anlaşıldı. Bu olağanüstü kabiliyeti daha usta bir hocaya teslim etmek gerekiyordu. 

    Giovanni hiç vakit kaybetmeden Perugia şehrine gitti. Orada zamanın en büyük hocalarından Perugino diye tanınan Pietro Vanucci yaşıyordu. Perugio'ya varır varmaz, ünlü Maestro'yu aradı ancak Pietro şehirde yoktu. Baba Giovanni ne pahasına olursa olsun bir netice almadan burayı terk etmeme kararındaydı. Konakladığı handa, San Francesco Kilisesi'nin duvar resimleri için bir ressamın arandığını öğrendi. Adı geçen yere başvurdu ve kabul edildi. Bu resimleri yaparken Perugio'nun seyehatten döndüğünü  öğrendi. Derhal büyük ustayla görüşmeye gitti, kendisini büyük bir nezaketle karşılayan Perugino karşısında dili tutuldu ama bir sırasını bulunca oğlundan bahsetti. Maestro Pietro, aynı nezaketle karşılık vererek Raffaello'yu kabul ettiğini, çocuğu derhal kendisine göndermesini söyledi. Böylece Raffaello , Perugia'ya gitti. Pietro Perugino, çocuğun resimlerini görünce hayretler içinde kaldı, hele nezaketine hayran oldu. Bu ünlü ustanın en gözde çırağı olmak, artık Raffaello için işten bile değildi. Kısa zamanda kendisini öyle sevdirdi ki, Pietro çocuğu öz evladı gibi bağrına bastı. Raffaello 1494 yılında babasının ölüm haberini aldı. Bu büyük acıya rağmen durmadan dinlenmeden çalışmaya devam etti. 

    Perugino ile birlikte çalıştığı yıllar boyunca Raffaello, resimlerinde ustasını en ince teferruatına kadar aynen kopya ediyordu. Öyle ki çoğu zaman yapılan resmin Pietro'ya mı, yoksa  Raffaello'ya mı ait olduğunu kestirmek mümkün olmuyordu. Perugia'da San Francesco Kilisesi'nde ki Meryemin Taç Giymesi resmi bunun bir örneğidir. Kompozisyonu görenler bunun bir Perugino olduğunda ısrar ettiler. Oysa ki Raffaello'nun tek başına yaptığı resimde, hocasının tek fırçalık payı bile yoktur.  San Francesco Kilisesi'nin duvarlarını babasının yaptığı resimleri bozduktan sonra süslemesi Raffaello'ya büyük ıstırap veriyordu. Bu, talihin bir cilvesi idi. Bu seneler zarfında Citta di Castello'ya yaptığı resimlerin de, şayet imzası bulunmasaydı, Raffaello'nun elinden çıkmış olduklarına kimse inanmayacaktı. Raffaello hocasının üslubunu artık iyiden iyiye benimsemişti. Fazla ayrıntıya kaçmayan dengeli kompozisyonlar kuruyor, doğayı en asil yönden yakalamasını biliyor, dini konuları, biraz basmakalıp olmakla beraber, yine de şiirsel ve insancıl unsurlarla dolu olarak aksettirmeyi başarıyordu. 

    Günler geçtikçe Raffaello, taparcasına sevdiği hocasının sanat anlayışı dışında da başka bir dünyanın bulunduğunu, bilhassa Floransa'da, Leonardo ve Michelangelo gibi devlerin yaşadığını daha iyi anlamaya başladı. Bu dahilerle tanışmak, hiç değilse eserlerini uzaktan seyredebilmek arzusu ile için için yanıyordu. Kararını vermişti, Fransa'ya gidecekti. 

    Raffaello, 1504 senesinde Floransa'ya geldi, yirmi bir yaşındaydı. O zamanın en büyük sanat merkezi olan Floransa'da geçirdiği dört yıl içinde Raffaello, bir yandan Leonardo ile Michelangelo'nun çalışmalarını takip ederken, öbür yandan antik sanatla bilhassa Masaccio'nun eserleri ile ilgilendi. Olgunlaşıyor ve kişisel bir üslup kazanıyordu. Bu arada hocası Pietro'nun eksik taraflarını daha iyi görmeye başladı. 

    Bundan sonraki yapıtlarının başlıca konusunu teşkil edecek olan Madonna resimlerinden ilkini bu seneler içinde yaptı.  Bu resimler sanatına yepyeni bir ışık, gölge, renk ve çizgi anlayışı sokuyordu. Gene bu seneler içinde Fra Bartolomeo di San Marco ile çok samimi  bir dostluk kurdu. Ressam olan bu din adamının renk anlayışından çok faydalandı. Portreci olarak yine bu yıllar içinde gerçek üslubunu buldu. Bu resimler ifade bakımından birer başyapıttı. Portrelerde ana konuyu daha iyi belirtmek için resmin geri planını koyu renklerin hakim olduğu soyut şekiller betimliyordu. Michelangelo'nun ve Leonardo'nun aksine, bu resimlerde sanatçının iç dünyasının ifadesi daha önemli bir yer tutuyordu. Aslında Raffaello, hayatı boyunca resimlerine sadece iç dünyasını aksettirdi, yani hep kalbinin sesini dinledi. Eserlerine hakim olan sadelik bundan ileri gelir. Yani nesnel değil tamamen öznel bakış açısına sahiptir. 

    Raffaello, 1508 yılında amcasına yazdığı bir mektupta, Floransa'daki çalışmalarından ve Roma'dan aldığı bir tekliften bahseder. O sıralarda papalık tahtına yeni oturan II. Julius,Vatikan'da kendine ait bir köşkü süslemeleri için Sodoma, Bramantio, Lotto ve Perruzi gibi tanınmış ressamları Roma'ya davet etmişti. Papalık hizmetinde bulunan Raffaello'nun hemşerisi Mimar Bramante de Urbino, derhal II. Julius'un huzuruna çıkarak Raffaello'nun da çağrılmasını rica etti. Raffaello'yu Raffaello yapan işte bu davet olacaktı. 

    Urbino'lu harika çocuğun Roma'ya 1509 yılında gittiğini aynı sene yayınlanmış bir Papalık tebliğinden öğreniyoruz.  Roma, Vatikan, bu bambaşka ve yepyeni  çevre, genç sanatçıyı büyülemişti. Hakiki gücünü gösterebileceği yegane yerin burası olduğuna bütün kalbiyle inanıyordu. Raffaello o sıralar yirmi altı yaşında olmakla beraber, çok kuvvetli temellere dayanan bir sanat tecrübesi vardı. Şu halde gayeye ulaşabilmek için ortada hiçbir engel yoktu. 

    Papa Julius, genç sanatçıyı çok iyi karşıladı. Kendisine, sanat hayatında bir dönüm noktası oluşturacak olan bir konuyu ele almasını söyledi: Atina Okulu.

Raffaello, Atina Okulu (1509-1510)

    Raffaello, sevinç içinde Vatikan'ın tören salonuna kapandı ve resmi yapmaya koyuldu. Atina Okulu'nda ana konu, felsefe ve astrolojiyi ilahiyat ile bağdaştırmaktı. Rönesans sanatının en mükemmel örneklerinden olan bu resimde Raffaello, hocası Perugino'nun etkisinden kurtulmakta, göz alabildiğine uzayan ufuklar, büyük satıhlar yerine yepyeni bir mimari kurmaktadır. Burada artık, resmin ağırlık merkezi belirli bir noktada toplanmayıp, her köşesi aynı değerdedir. Muazzam tablo içinde figürlerin yerleştirilmesi çok ustacadır. Diğer taraftan Raffaello, bu figürlerin hareketlerini münferit olarak dikkate almamış, resmin bütününe bu hareketi vermek istemiştir. 

    Raffaello, bu sıralarda yakın dostu Baltassare Castiglione'nin büyük etkisi altında kaldı. Rönesans sanatına istikamet veren bu yaratmalarda bu kültürlü adamın payı çoktur.  Sanatı gizleme sanatının inceliklerini, yani ifade unsurlarının dış dünyadan ziyade iç dünyadan alınmasını ve hareketlerdeki doğal ahengi hep bu adamdan öğrendi.

    Atina Okulu panosunun karşısına dinin zaferini temsil eden Kutsal Tartışma Freskini yaptı ve salonun süslenmesini hakiki adaleti temsil eden üçüncü bir freskle bitirdi. Papa, bu dev panoların mükemmelliği karşısında öylesine büyülendi ki, eski ve yeni, geri kalan bütün resimlerin derhal bozularak Raffaello tarafından yeniden yapılmasını emretti. Dahi sanatçı, ilk büyük zaferini işte böylece elde etmiş oluyordu. Ama şöhretin zirvesine varmış olmakla birlikte henüz üslubunu elde etmiş değildi. 

    Bir gün hamisi ve hemşerisi Bramante gelerek kendisine bir şey göstereceğini, ama bunu büyük bir sır olarak saklaması gerektiğini söyledi. Birlikte kimseye sezdirmeden, gizlice Vatikan'ın Sistine Şapeli'ne gittiler. Bramante koynundan çıkardığı koskoca anahtarla kapıyı açtı. İçeri girdiler. Kiliseyi süslemekte olan Michelangelo, o sıralarda Floransa'da bulunuyordu. Raffaelo içeri girer girmez olduğu yerde dona kaldı.  Bu haşmet, bu ilahi güzellik karşısında bir anda küçüldüğünü, adeta yok olduğunu hissetti.  Kiliseyi boylu boyunca kaplayan iskeleden tavana tırmandı. Henüz bitmemiş olan 13 metre eninde ve 40 metre boyundaki bu dehşet verici resmi incelemeye koyuldu. Her köşesi başlı başına bir başyapıt olan bu pano, ona bütün bildiklerini bir anda unutturdu. Bilhassa peygamber başlarına uzun uzun baktı.  Raffaello bu başlardan birini sonradan San Augustino Kilisesi için yaptığı bir resimde aynen kopya etti. Michelangelo, bunu farkettiği zaman, Bramante'nin kendisine oynadığı oyuna çok kızdı ve bundan böyle seyahate çıktığı zaman Sistine Şapeli'nin anahtarlarını yanında götürüldü.

    Michelangelo'nun tesiri altında Raffaello'nun sanatında büyük bir değişiklik olduğu görülür. Artık Atina Okulu'ndaki tebeşir gibi uçuk renklerin yerini sıcak, parlak renkler almıştı. Raffaelo ile Michelangelo arasında böylece bir yarışma başladı. 

    Ressamın bu sıralarda yaptığı portrelerde de aynı üslup değişikliği görülür. Bolsena ayinindeki portreler ve Papa II. Julius'un portresi bunlar arasındadır. Raffaello'nun şöhreti kısa zamanda İtalya sınırını aştı. Fransa'ya, Flandre'a kadar uzandı. Alman Rönesansının en büyük ustası Albrecht Dürer, hayranlığının bir ifadesi olarak kendisine ince bez üzerine yapılmış şeffaf bir portresi ile gravürler gönderdi. Raffaello bu ustaca yapılmış gravürleri çok beğendi ve bu sanata merak sardı. . Marcantonio Raimondi'ye, resimlerinden bazılarını bakıra kazıttı. Ressam bu gravürlerin hepsin, ölene kadar çılgınca sevdiği kadına hediye etti. Dona Velata isimli portresi ile ölümsüzleştirdiği bu kadın, Romalı bir halk çocuğu idi. 

    Bu yıllar hep çalışmakla geçti. Vatikan'da, Roma ve Floransa'da sayısız saraylar süsledi. Bütün işleri arasında birbirinden güzel kadınlarla ahbaplık etmekten de geri kalmadı. 

    II. Julius'un ölümü ile Papa olan X. Leo 1514 yılında Raffaello'yu Bramante'nin yerine St. Pietro Kilisesi mimarlar grubuna dahil etti. Papa'nın en büyük arzusu St. Pietro'nun, yeryüzünün en muazzam mabedi haline gelmesi idi. Dünyanın en büyük kilisesi için ayrılan para bir milyar duka altını idi. Raffaello, yeni işinin yanı sıra durmadan resim yapıyordu. Her biri birer başyapıt olan Madonna resimleri hep bu olgun devrin meyveleridir. 

    Bu seneler zarfında Leonardo da Vinci, Roma'nın bir köşesinde kendisine verilecek işi boş yere bekliyordu. Bu dahi için burada bütün umut yolları kapanırken, Raffaello zaferden zafere koşuyordu. Raffaello'nun Leonardo'ya karşı duyduğu hayranlık hala devam ediyordu. Aslında Perugino'dan sonra sanatına hakiki istikameti veren adam Leonardo olmuştu. Konuları ele alışındaki karakteristik rahatlık ve eserlerindeki yumuşaklık yönünden belki Leonardo'yu geçmiştir ama Leonardo gene de fikir itibariyle benzersiz kalmıştır. 

    Raffaelo sanat hayatının zirvesinde iken yakın dostu Kardinal Bibiena'dan bir teklif aldı. Kardinal her ne pahasına olursa olsun kendisini güzel yeğeni ile evlendirmek istiyordu. Raffaello pek oralı değildi. Teklifi redetmemekle birlikte hep erteliyordu. Nihayet, fazla ısrar karşısında boyun eğmek zorunda kaldı. Ama bu defa da türlü bahaneler bulup nikah tarihini uzatıyordu. Raffaello'nun böyle bir bağlantıya girmemesinin sebebi başka idi. Papa X. Leo büyük hizmetlerinden, olağanüstü başarısından dolayı ona kırmızı kadifeden Kardinal başlığını giydirmek istiyordu. 

    Raffaello bu arada Roma kadın çevrelerinin en aranılan en sevilen siması olarak bir davetten öbürüne yetişmek zorunda kalıyordu. Sevgilileri arasında her çeşitten her sınıftan kadın vardı. Bir sabah henüz Roma sokaklarına güneş doğmadan böyle bir gizli buluşmadan dönerken kendisini korkunç bir nöbet tuttu, olduğu yere yıkıldı. Bütün vücudu bir kor parçası gibi yanıyordu. Bitik bir halde evine getirdiler. Çağrılan hekimler şiddetli soğuk algınlığı teşhisi koyarak, vücudundan kan aldılar. Bunun üzerine büsbütün kuvvetten düştü. Dostlarını ve rahipleri çağırdı. Son dileklerini bildirdi, dua etti ve hayata gözlerini yumdu. Raffaello, 1520 yılının 6 Nisan günü henüz otuz yedi yaşında iken öldü. Bu da doğduğu gün gibi, Paskalya yortusundan önceki kutsal bir Cuma günüdür. 

    Raffaello'nun otuz yedi yıllık kısa hayatına sığdırdığı iş, yüzyıllar boyunca başarılamayacak değerdedir. Rönesans'ın sanat idealini, iç alemin şatafatsız büyüklüğünü, ilahi sükuneti onun kadar ahenkli verebilmiş ikinci bir sanatçı daha yoktur. Mevcut antik temeller üzerine, kuzey sanatından aldığı ilhamla Roma zemini üzerine inşa ettiği klasik ölmez bir yapı olarak nesilden nesile aktarılmıştır. En koyu dini konuları onun kadar insancıl biçimde işleyebilen az sanatçı vardır. 


Kaynak: Ünlü Ressamlar Hayatları  ve Eserleri

Yazar: Sadun Altuna

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Antik Mısır Sanatı

Antik Yunan Sanatı (MÖ. VII. ve V. Yüzyıllar Arası)

Ayşe Celile Hikmet Uğuraldım (1880-1950) - İlk Türk Kadın Ressamlarımızdan...