Paul Gauguin (1848-1903) Yaşamı

     Paul Gauguin'in kişiliği üç kelime ile özetlenebilir: "Uygarlığa küsmüş adam." Ama Avrupa uygarlığından kaçmak için sığındığı  Polinezya Adaları'nda verdiği eserler yine de bu uygarlığın bölünmez bir parçası oldu. 

    Gauguin 7 Haziran 1848'de Paris'te doğdu. Babası Clovis, siyasi muhabir, annesi ise ünlü kadın yazar Flora Tristan'ın kızıydı. Bu aileye İspanyol ve Perulu kanı da karışmıştı. Flora'nın babası bir İspanyol soylusu, amcası da Peru Genel Valisi Dom Pio Tristan y Moscoso idi. 

Paul Gauguin, 1891

    1851 yılında Louis Napoleon'un yaptığı hükümet darbesi üzerine, cumhuriyetçi olduğu için ailesiyle birlikte Fransa'dan kaçmak zorunda kalan Clovis Gauguin, yolda öldü. Karısı da iki çocuğu ile birlikte Lima'ya sığında. Peru'nun başkentinde ünlü akrabalarının yanında geçirdiği dört yıl Paul Gauguin için unutulmaz çocukluk hatıraları oldu. Yedi yaşına basınca annesi ile birlikte Fransa'ya dönerek Orleans şehrinde okula başladı. Serüvenci  ruhu çok geçmeden kendini gösterecekti. On altı yaşında gizlice Luzzitano adındaki şilebe girdi ve dünya denizlerinde tam altı yıl dolaştı. 1871'de tekrar karaya ayak bastı.  Annesi ölmüştü. Bu defa bambaşka bir işe girdi; bankacı oldu. Çok geçmeden Mette Gad adında Danimarkalı bir kızla tanıştı. Kısa bir sevişmeden sonra evlendiler. Mette'den beş çocuğu oldu. Bankacılığı artık benimsemişti. İyi para kazanıyor, düzenli iş ve aile hayatı ona yeni bir macera aramak için vakit bırakmıyordu. 

    Yıllar böylece akıp gitti. Yalnız pazar günleri resim yapabiliyordu. Konuları daha çok manzara ile çocuk başları idi. Salon Sergisi'nde gösterilen bu resimlerden biri çok beğenildi. Bu arada genç izlenimcilerle tanışarak onların sergisine de katıldı. Eleştirmenler  resimlerinde Pissarro'yu andıran taraflar buluyorlardı. Otuzbeş yaşında bankacılığı bırakarak kendini tamamen resme verdi.  Çok geçmeden bütün paraları bitince, bohem hayata ayak uyduramayan karısı, Kopenhag'da yaşayan annesinin evine döndü. Gauguin'de peşi sıra gitti ama kayınpederinin ekmeğini yemek ağır geldiği için burada fazla barınamadı. Dört çocuğunu karısına bırakarak, dokuz yaşındaki oğlu Clovis ile birlikte Paris'e döndü. Hayatı gün geçtikçe daha çetin bir hal alıyordu. Oğlunun yaşayabilmesi için aşağılık bir işi kabul etti. Cılız bir ücret karşılığı duvarlara ilan yapıştırmaya başladı. Ama açlık, soğuk ve alışık olmadığı bu yıpratıcı iş onu kısa zamanda yatağa düşürdü. Karısı da bu arada gelip Clovis'i alınca ıstırabı büsbütün arttı. Sıhhati biraz düzelince daha ucuz yaşayabilmek için Bretagne bölgesine gitti. Burada denize dimdik inen kayalıklar ve uçsuz bucaksız fundalık çok hoşuna gitti. Köylü portreleriyle yine köy havası taşıyan dini konularda resimler yapmakla avundu. 

Landscape, Paul Gauguin ,1894

    1887 yılında ani bir kararla çocukluğunu geçirdiği ülkelere göç etmeye karar verdi. Panamaya gitti. O sıralarda yeni açılmakta olan ünlü Panama Kanalı inşaatında; yoluna devam edebilmek için gerekli parayı kazanmak umuduyla çalıştı. Eli nasır bağlayana kadar kan ter içinde kayaları kırdı, taş taşıdı. Martinique'de gitti ama korkunç bir humma yakasına yapıştığı için çok geçmeden Fransa'ya dönmek zorunda kaldı. Paris'te bir kaç ay evsiz, barksız, aç, sefil dolaştıktan sonra eski bir dostu sayesinde bir kaç tablosunu satabildi. Bunun üzerine tekrar Bretagne'a Pront-Aven'e gitti. Artık başlıbaşına bir sanat görüşüne sahip bulunuyordu. "Resim sulh ve sükun demektir. Hareket ifade eden herşeyi silkip atmalı, konuyu statik bir hale getirmeli," derdi. Bu sözler, Gauguin'in hem eski Mısır sanatına hem de Baudelaire'e olan eğilimini gösterir.  Gerçekten bu hisli şair, sanatın tümünü bozan her fuzuli hareketi adeta suç sayardı. Gauguin'in, Van Gogh ile Arles'te geçirdiği ve ünlü kulak kesme hikayesi ile sonuçlanan  günler işte bu sıralara rastlar. 

    Gauguin, ömrü boyunca tabiat karşısında sehpa kurmamış, bütün resimlerini imgeleminden yapmıştır. Ona göre bir sanatçı, ancak kendi kendine yeni bir dünya yaratabilen insandı. Böylece Verlaine ve arkadaşları gibi, sembolist görüşünü açıklamış oluyordu. Aslında Gauguin yorum yönünden sembolist, yapı bakımından dışavurumcu, renk olarak da izlenimciydi. 

    Bretagne'da yaptığı resimlerden birkaçını  Paris'te sattı. Güzel Sanatlar Bakanlığı'ndan Tahiti'ye kadar bedava vapur bileti de alınca çoktandır özlemini çektiği yerlere gidebilecekti. 23 Mart 1891'de yola çıktı, 8 Temmuz'da Papeete'ye vardı. Ama bu şehri fazla medeni bulduğu için adanın iç bölgelerindeki Mataeia köyüne çekilerek, orada on üç yaşında bir yerli kızla birlikte basit bir kulübede yaşamaya başladı. Artık aradığını bulmuştu. İnsanüstü bir kudretle çalışıyordu.  la Orana Maria ile Arearea bu devrin eserleridir.  Birinci resim, Hristiyan yerlilerinin din inancını sembolize eden bir konudur. "Eğlence" anlamına gelen Arearea  insanlarla hayvanların cennet misali bir çevrede barış içinde hep beraber yaşamalarını  tasvir eder. Her iki tablodaki cüretli renkler, statik yapı sayesinde ölçülü bir kompozisyon haline gelmektedir. Yine bu yıllarda yaptığı; yerlilerin mistik korkusunu canlandıran Manao Tupapau bu serinin en önemlilerindendir. 

Paul Gauguin, Benimle Ne Zaman Evleneceksin? 1892

    Ama mutlu günler uzun sürmeyecekti. Çok geçmeden parası bitti, üstelik de ağır hastalandı. Böylece 1893'de ister istemez tekrar Paris'e dönmek zorunda kalacaktı. Bu defe işler umduğu gibi çıkmadı. Kendisine karşı anlayış gösteren Güzel sanatlar Bakanı değişmiş, halefi ise resimlerine bakmak ihtiyacı bile duymamıştı. Tahiti'de büyük bir aşkla yaptığı resimleri hiç fiyatına sattı. Bu sırada amcasından kalan miras imdadına yetişti, bu para ile kendisine bir atölye kiraladı. 

    Gauguin bu sıralarda Paris'te Annah adında Javalı bir kızla tanıştı. Bir süre beraber yaşadılar. Javalı Annah bu çağın eseridir. Sanatçı bu resminde nedense renkten yana oldukça hasis davranmış, uçuk pembe, donuk mavi ve kirli sarı ile yetinmiştir. Buna karşılık sade yapısı ile gerçekten ilgi çekici bir eserdir. Günlerden bir gün Annah ile Bretagne'a gitmişlerdi. Pont-Aven'deki bir meyhanede bu cilveli kıza sataşmak isteyen sarhoş gemicilerle kavga etmiş, yediği şiddetli tekme neticesinde ayak bileği kırılmıştı. Hastaneye kaldırılmış, bunu fırsat bilen Javalı Annah da evinden yükte hafif, pahada ağır ne varsa çalarak gözden kaybolmuştu. İşte bu olay Gauguin'i öylesine sarstı ki Avrupa'yı bir daha dönmemek üzere terk etmeye karar verdi. 

    Tekrar Tahiti'ye ulaştığı zaman ona ulaşan ilk haber, kızı Aline'in ölümü oldu. Sakat ayağı gün geçtikçe berbat bir hal alıyor, Paris'te bıraktığı resimler alıcı bulamıyordu. Bu hayal kırıklığı içinde arsenik içerek intihara teşebbüs etti ama başaramadı. Bu manevi işkence yıllarının en büyük sembolü  Nereden Geldik? Biz Neyiz? Nereye Gidiyoruz? adındaki dev kompozisyondur.  Bu resimde ana renkler mavi, yeşil ve turuncudur. Sanatçının 1901 yılında dostu Charles Morice'e yazdığı mektup bu kompozisyonunun taşıdığı ruh hakkında yeteri kadar fikir verebilir. "Ölmek istiyordum, bu umutsuzluk içinde elime geçen bir çuval parçasına bu konuyu bir çırpıda aktarıverdim. Resmi imzalamaya elim varmadı. Arsenik içtim ama yine de ölemedim. Sadece ıstırabım arttı." 

    Bu sırada "Le Sourire" adındaki dergide neşrettiği yerel sömürge idaresini eleştiren yazılar sebebiyle burada da düşmanlar edindi.  Tahiti valisi derhal adayı terk etmesini istedi. Sanatçı böylece, Markiz adalarına bağlı Hiva Oa adasına giderek Atuanna'ya yerleşti. Burada yeni bir hızla çalışmaya başladı. Ama hastalık peşini bırakmıyordu. Kalbi rahatsızdı, ayakları egzama içindeydi ve bütün vücudu kırılıyordu. Bu durum sinirlerini de bozduğu için  çok geçmeden misyoner rahiplerle ve  köy jandarmalarıyla yerlilerin hakkını savunmak bahanesiyle kavga etmeye başladı. Bunun üzerine halkı isyana teşvik suçuyla tevkif edilerek üç ay hapis ve 1000 Frank para cezasına çarptırıldı. 

    Tekrar kulübesine döndüğü zaman ruhen ve bedenen perişan bir insandı. 1903 yılının 8 Mayıs günü yakın dostu olan Tioka adındaki yerli, sabah ziyaretine geldiği vakit, Gauguin yatağında hareketsiz yatıyordu. Yere sarkan egzamalı bacağı henüz sıcaktı ama kalbi durmuştu.


Kaynak: Ünlü Ressamlar Hayatları ve Eserleri

Yazar: Sadun Altuna


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Antik Mısır Sanatı

Antik Yunan Sanatı (MÖ. VII. ve V. Yüzyıllar Arası)

Ayşe Celile Hikmet Uğuraldım (1880-1950) - İlk Türk Kadın Ressamlarımızdan...