Edgar Degas (1834-1917) Yaşamı

     Hilaire-Germain-Edgar-Degas, 6 Temmuz 1834'te, Paris'in Saint Georges Sokağı'ndaki 8 numaralı evde dünyaya geldi. Evin bulunduğu bölge, Degas'nın da parçası olduğu yüksek burjuvazinin tercih ettiği bir yerdi. Degas'ın babası Auguste yarı İtalyan yarı Fransızdı. Aile Bankasının Paris şubesinin başına geçmek üzere 20 yaşında Fransa'ya gelmiş, 1832 'de Luisiana kökenli yarı Amerikalı yarı Fransız Célestine Musson'la evlendi. İki erkek , üç kız çocuğun en büyüğü olan Degas 13 yaşında annesini kaybetti ve erkek egemen bir ailede büyüdü.  Degas'ın iki büyükbabası da ailenin ekonomik durumu ve genç Degas'ın  sınıfsal görüntüsü üzerinde etkili olmuş ve Degas'ın yaşamı ve sanatının şekillenmesi üzerinde önemli rol oynamışlardı.  Degas, gençliğinde ailesinin iki tarafıyla da Napoli'de ve New Orleans' da vakit geçirdi. Aile serveti sanatsal gelişiminde hayati önemi olan  ekonomik özgürlüğü sağlamıştı. Degas'ın hayatında yüksek burjuvazinin tutkuları etkili oldu. Zümresindeki pek çokları gibi onun  ailesi de eğitim, sosyal gelişim ve sanat alanında kültürel birikimin farkındaydı. Edgar 1853'te edebiyat diploması aldığı Lycée Louis-le-Grand'a gönderildi. Ailesi resim, çağdaş klasik müzik ve operaya olan ilgisini destekledi.

    Degas sanatsal öğretimine  Lycée Louis-le-Grand'da aldığı çizim dersleriyle başladı, notları çok iyi değildi; tüm vaktini Rönesans ustalarını gravürlerden kopyalamaya ve antik heykellerin desenlerini çizmeye harcıyordu. Léon Cogniet'in eğitiminden geçti. 1853'te hukuk eğitimi almak üzere  Faculté de Droit'ya kayıt olsa da devamsızlığı kalbinin başka yerde attığının işaretiydi ve Louis Lamothe'un öğrencisi olarak Ècole des Beaux Arts'ın giriş sınavlarına hazırlanmaya başladı ve okula girmeye hak kazandı. Degas, sabahları Ècole'de derslere giriyor, öğleden sonraları ise Louvre'da çalışıyordu. Degas Akademinin üslup ve derslerini benimsemiş olsa da Ècole'deki derslerden soğumaya başladı ve 1856 yazında okulu bıraktı.  Ardından doğadan çalışmayı teşvik eden ressam ve  gravür ustası  Nicholas Soutzo (1834-1907) ile birlikte çalışmaya başladı. Yine de Degas figür meselesine kafa yormakta, Ingres (1780-1867), Jacopo da Pontromo (1495-1557) ve Agnolo Bronzino'nun etkilerinin görüldüğü eserler üretmekteydi.

       Degas'ı etkileyen tüm sanatçılar arasında en önde geleni Fransız yeni klasikçi Jean Auguste Dominique Ingres'tir. 19. yüzyılın ilk yarısında Ingres klasik geleneği yeniden tanımlamış ve zamanının en parlak desen ustası olarak tanınmıştır. Degas'nın beğenisi 1860'ların başında Ingres'nin düşmanı Delacroix'yı kapsayacak şekilde genişlediyse de  Ingres'nin güçlü etkisi devam etti. Degas'nın portreleri, otoportreleri ve yıkananları Ingres'yı göz önünde bulundurmaksızın düşünülemez hatta zaman zaman kaynağına açık göndermeler içerir. 

    18. yüzyılın sonunda sanat dünyasının merkezi Fransa'ya kaydıysa da İtalyan Rönesans sanatçılarının kazanımları ve Roma'nın klasik mirası Fransız sanatı üzerinde etkili olmaya devam ediyordu. Degas'nın İtalya seyahatleri sanatının şekillenmesinde açıkça etkili oldu.  École des Beaux-Arts'da ödül kazanan öğrencilerin eğitimlerini Roma'daki Fransız Akademisi'nde eski İtalyan ustaları çalışarak tamamlamaları bir gelenekti.  École'un bu yarışmasına katılmadıysa da Degas'ın klasik geleneğe olan bağlılığı onun bu adet uyarınca İtalya'da eğitim görmesini sağladı. 15 Temmuz 1856'da denize açılıp Napoli'ye ulaşan Degas burada büyükbabasının malikanesinde kalarak  İtalyan ustaların koleksiyonlarından kopyalar yaptı. Napoli'den sonra Roma ve Floransa ya giderek çalışmalarına devam etti. 1850'lerin sonunda Degas, Salon'da sergilenmek üzere büyük tarihi resimler yapmaya odaklandı, ününü pekiştirecek bu iddialı planı gerçekleştirmek için çok uğraştı.  Bu sırada Salon'da sergilenmesi çin yaptığı erken dönem öyküleyici resimleri Degas'nın hızla uzaklaşacağı bir tarzın örneklerini sunar. 

    1850'lerin sonlarında, yazarlar ve eleştirmenler tarafından da teşvik edilen sanatın, tarihi konular ve sahneler yerine çağını yansıtması gerektiği  düşüncesi giderek daha fazla destek bulmaya başladı. Bu ikisi arasındaki ilişki sanatın gidişatını değiştirecek yeni hareketlerin doğmasına yol açacaktı. Yüzyılın ortasında klasik Fransız sanat geleneğinin düşüşte olduğu aşikardı.  Yerini ise çağdaş konular ve yeni kompozisyon teknikleriyle  romantikler almıştı. Bu hareket de gündelik olayları konu edinen gerçekçiliğin gelişmesine olanak sağladı. 1860'larda bu yeni eğilim, çevrelerindeki yaşamı yansıtan bir sanat anlayışına, her biri kendi yöntemleriyle adanmış olan Zola, Louis Edmond Duranty ve Charles Baudelaire (1821-1867) gibi yazarların eleştirileriyle destek topladı. 

    Sanatında daha olgun bir döneme girdiğinin işaretleri görülen 1860'ların ortaları Degas için kritik zamanlardı.  Artık sanatında olduğu kadar yaşamında da bağımsızlığını ortaya koyuyordu. İlk önemli otoportrelerini de bu dönemde üretti.  1860'ların sonlarında Degas  sanatsal önceliklerine yeniden ağırlık verdi. Gerçekçiliği yakalama yeteneği ve çağdaş yaşamdan portreler peşindeki psikolojik arayışlarından yola çıkarak çalışmalarına yeni bir yön verdi.  Degas'nın resminde yeni bir sanatsal özgüven kendini belli etmeye başlamıştı. 

 Otoportre, Edgar Degas 

    İzlenimcilikle ilişkilendirilen daha genç ressamlar üzerinde etkili olacak sanatçılar arasında, taban tabana zıt gerekçelerle de olsa Courbet ve Manet öne çıkar. Courbet kırsala odaklanırken Manet yeni Paris'le özdeşleşen konuların peşindeydi. Bir sulh yargıcının oğlu, iyi eğitimli, nüktedan ve şehirli Manet, kaba, kibirli ve köylü Courbet'den oldukça farklıydı.  Manet havalı, yüksek burjuva Parislilerin en mükemmel örneği ve Degas'ın kendini yakın hissedebileceği biriydi. Degas arkadaşı Manet' yi rahat pozlarda gösteren bir çok portre çalışması yaptı. Degas izlenimcilerle sıkı bağları olan bir ressamdı. akımla doğrudan ilişkilendirilen sanatçıların çalışmaları ile kendi çalışmaları arasında ciddi farklılıklar olmasına rağmen pek çok çağdaş eleştirmene göre en önemli izlenimcilerden biriydi. 

    Degas'nın izlenimci meslektaşlarıyla ilişkisi karmaşıktı. Kişisel ve sanatsal çatışmalar şiddetlendiğinde gruptan ayrıldığı ana dek izlenimci sergilerin biri hariç hepsine katıldı. Diğer sanatçılarla ilişkileri gerilimli olmakla birlikte izlenimciler içinde en çok Manet'nin çalışmalarına yakınlık duyuyordu. Manet gibi Degas da sanatsal geleneği daha çok önemsiyordu. İzlenimcilerin manzaraya yöneldiği bir dönemde figüre sadık kalarak Manet'yle benzer konuları betimledi.

    Ağırlıklı olarak balerinlerin ve yıkananların ressamı olarak bilinse de Degas'ın çalışmalarında farklı bir konu 1860'larda Fransa'daki en sevilen spor dalı olan at yarışları da görülür.  Degas, at yarışlarının altın çağında olgunluğa erişmiştir ve eserleri de bunun eksiksiz bir kaydı niteliğindedir.

    Degas'nın ilk bale resimleri 1870'lerde, Paris yüksek burjuvasisinin la vie èlègante olarak adlandırılan beğeni ve eğlencesine olan merakından beslendi. Longchamps ve Deauville'deki yarış pistlerinin tadını çıkaran da, balenin operaya eşlik ettiği lüks Opera Garnier'in en itibarlı localarının müdavimleri de işte bu burjuva müşterilerdi. Bale teması sonraki kırk yıl boyunca  Degas'nın en önemli uğraşı olacaktı. Sık sık operadaki gösterileri izleyen Degas, bu sanatın terimlerine ve hareketlerin detaylarına konunun uzmanıymışçasına hakim oldu. İzlenimcilikle ilişkilendirilen sanatçılar arasında en gelenekçi düşünce biçimine sahip olan Degas, dansı, ilgi duyduğu moderniteyi antik dönemle bağdaştırabileceği bir konu olarak görüyordu.  iki balerin serisinden bir resme sahip olan Louise Havemeyer'in neden balerinleri bu kadar sık resmettiği sorusuna Degas şu yanıtı vermişti:"Çünkü Yunanların müşterek hareketlerinden bize bir rek bu kaldı" Bu özlem dolu duygular, temanın Degas için derin anlamlar taşıdığına işaret etse de, Degas konuyu ilk kez  babasının ölümünden sonra batan aile bankasından yüklü borçlar kaldığı zaman ele almış gibidir. Degas ilk kez resimlerini satmak durumundaydı ve ilk balerinlerin hedef kitlesi konunun uzmanlarıydı. Bale sahnelerinin ticari ve sanatsal başarısı sayesinde hızla bu türün kompedanı kabul edilmiş ve bunlar sergilediği eserlerin odağı olmuştur. 

    1872 yazında Amerika'daki ailesini ziyaret etmek için New Orleans'a giden  Degas, burada resminde önemli bir aşamanın habercisi olan ve sanatına yeni bir yön vererek modern yaşam ressamı olarak ün kazanmasını sağlayacak olan  resme başladı, New Orleans'da Pamuk Pazarı (1873). Bu resim Degas'nın modern bir temayı betimlediği en iddialı resmidir.

New Orleans'da Pamuk Pazarı, Degas (1873)

    Degas'nın resimlerinin en önemli temalarından biri kadın portreleriydi. Pek az ressam, eserlerinin bu kadar büyük bir çoğunluğunu kadınlara adamıştır. Ne var ki Degas kadınlara karmaşık ve değişken hisler besliyordu ve bu durum resimlerinde gizliden gizliye kendini belli eder.  Degas hiç evlenmedi, evliliğe bakışı  muhtemelen yetiştirilme tarzıyla ilgiliydi. Degas erkeklerin ağırlıkta olduğu bir ailede büyümüştü. Annesinin erkek kardeşi Auguste'un ve halası Laura ile Gennaro Bellelli'nin evliliklerinde mutsuz olduğunu görmüştü. Sanatsal çalışmalar ile aile hayatının bağdaşmayacağı yönündeki güncel görüşlerde Degas'nın tutumunu şekillendirmiş olabilir. 

    1870'lerden itibaren Degas gravür, taşbaskı ve monotiplerle deneysel çalışmalar yapmaya başladı. Bunların içinde çalışma biçimine en uygun olanı monotipti. Onlarca yıl boyunca tekniğin sanatsal ifade imkanlarını tüm yönleriyle araştırdı. 

    Yağlıboya, pastel ve desenlerin yanı sıra Degas çok sayıda heykel de üretti. Bu heykeller pek çok kişiye göre düşüşte olan bir geleneğe yeniden hayat vermişti ve Degas'nın kendi neslinin en önemli ressam-heykeltıraşlarından biri olarak kabul edilmesini sağlamıştı. Degas'nın heykel yapmaya ne zaman başladığı bilinmemektedir. Heykellerinin tarihleri ve sanatında oynadıkları role ilişkin de tartışmalar sürer. 1897'de yapılan bir görüşmede Degas yarış atı resimleri için kompozisyon kurmak amacıyla binici heykelleri modellediği 1860'ların sonundan itibaren aralıklarla heykel yaptığını söylemişti. Yaşı ilerledikçe ve görme yetisi zayıfladıkça heykeller üzerinde daha çok zaman harcamaya başladı. 

    Degas son yıllarda görme yetisini kaybetmesi nedeniyle güçlükler içinde geçirdi. Gözlerindeki sorun ilk kez 1870'lerde, Fransa-Prusya Savaşı sırasında ortaya çıkmıştı ve yaşamının son yirmi yılında yaptığı çalışmalar üzerinde etkili olacaktı.  Degas'nın son yılları azalan üretkenliğinin de etkisiyle zor ve yalnız geçti. Bozulan sağlığının getirdiği kısıtlamalarla mücadele etti. Artık güçten düşmüş ve çok yaşlanmış bir sanatçıydı. Son yıllarını fiziksel ve zihinsel sağlığı iyice bozulan bir münzevi olarak yaşadı. 27 Eylül 1916'da 83 yaşında yaşama veda etti. 
    

Kaynak:DEGAS, 500 Görsel Eşliğinde Yaşamı ve Eserleri (İş Bankası Kültür Yayınları)

Yazar: Jon Kear    

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Antik Mısır Sanatı

Ayşe Celile Hikmet Uğuraldım (1880-1950) - İlk Türk Kadın Ressamlarımızdan...

Antik Yunan Sanatı (MÖ. VII. ve V. Yüzyıllar Arası)