Yaşama Sanatı - ÖZGÜRLÜK

       Özgürlük, insanın kendi gelişiminde rol oynamasıdır. Kendi kendimize, kendi hayatımıza şekil verme kapasitemizdir. Özgürlük, benlik bilincinin diğer yüzüdür; kendi kendimizin farkında olmadığımızda tıpkı arılar yahut koyunlar gibi içgüdü ya da zamanın otomatik akışı tarafından yönlendiriliriz. Fakat benliğimize dair bilinç kazanma gücümüz sayesinde dün ya da geçen ay nasıl davrandığımızı anımsayabilir ve bu eylemlerden dersler çıkararak şimdiki zamanda nasıl davranmamız gerektiğine karar verebiliriz. Ve hayalimizde yarının nasıl geçeceğine dair bir öngörüde bulunabilir, farklı seçeneklerin nasıl sonuçlar doğuracağını düşünerek içlerinden bize en uygun olanını seçebiliriz. 



      Öncelikle benlik bilinci nedir? Nasıl oluşur? kısaca açıklayalım. Benlik , kişinin kendisini , kendi özünü  algılama biçimidir. Benlik bilinci doğumdan sonra anneyle (ya da bakıcı ile) kurulan bağlanma ilişkisinde  değerli , değersiz, iyi , kötü hissetme gibi duygular ile oluşmaya başlar bu şekilde bebek bir yaşına geldiğinde benlik bilincinin temeli atılmış olur ve bebek büyüyüp sosyalleştikçe öncelikle anne , ailenin diğer fertleri ve sosyal çevrenin kendisine verdiği, iyisin, kötüsün,  güzelsin, çirkinsin, akıllısın, akıllı değilsin, yapabilirsin, yapamazsın gibi  mesajlarla çocuğun kendisinde kendisine ilişkin bir imaj oluşur. Çocuk beş- altı yaşlarına geldiğinde kendisi hakkında olumlu ya da olumsuz güçlü bir kanı oluşmuştur ve bu ömür boyu sürer. Kişinin kendisi hakkında oluşturduğu olumlu ya da olumsuz bu yargıya benlik bilinci adı verilir.  Benlik bilinci, bilinç ve bilinçaltı ögelerin birleşimidir. 

      Benlik bilinci ile özgürlük el ele ilerler buna örnek olarak özfarkındalığı  (Özfarkındalık, kişinin kendi kişiliğinin güçlü ve zayıf yönlerini, duygularını, değerlerini, motivasyonlarını, bedensel ve ruhsal tepkilerini tanıması ve bilmesidir.) düşük olan bir kimsenin daha az özgür olması gösterilebilir  Bir başka deyişle kısıtlamalar, baskılar, çocukluk döneminden gelen ve bilinçlice "unutulmuş" olsa dahi bilinçaltından hala etkileyen şartlanmalar tarafından yönetildikçe kişi kontrol edemediği durumların etkisine de o denli kapılmış olur. Bu durumdaki kişilerin ya aniden ortaya çıkan endişe ve korkuları vardır ya da ortada herhangi bir neden yokken  aniden takılıp kalıvermektedirler.  Özgür değildirler; yani bilinçaltından gelen birtakım şablonlar tarafından itilip kakılmaktadırlar.  Kişinin benlik bilinci ve özfarkındalığı arttıkça seçim yaptığı küme genişler ve özgürlüğü de aynı oranda artar. Özgürlük birikerek çoğalır; özgürce verilmiş bir karar bir sonraki kararda kişiyi daha özgür kılacaktır. Her özgürlük girişimi kişinin benlik yarıçapını genişletir. 

      Özgürlük hayatın belirli olan gerçeklikleriyle  nasıl ilişki kurduğumuzla alakalıdır.  Bir sone yazmaya kalktığınızda uyak ve kelimeleri birbirine uydurma gibi inatçı zorluklarla karşılaşırsınız; ya da bir ev inşa ederken tuğla, çimento ve tahta gibi malzemelerle uğraşmanız gerekir. Elinizdeki malzemenin farkında olup sınırlarını kabullenmek önemlidir. Fakat Alfred Adler'in deyişiyle sonede neyi ifade edeceğiniz tamamen size kalmıştır. Evinizi inşa etme şekil ve tarzınız belli bir özgürlük çerçevesinde elinizdeki malzemeleri nasıl kullandığınızla alakalıdır. 

       Özgürlük kişinin hayatını gerçeklerle - yiyecek, barınma gibi temel ihtiyaçlarla ya da ölüm gibi nihai bir olguyla bağdaştırmasında ortaya çıkar. Meister Eckhart özgürlüğe dair bu yaklaşımı şu şekilde ifade etmektedir: " Engellendiğinizde sorun sizin yaklaşımınızdadır." Gerçekleri kör bir zorunluluktan değil de kendi seçimimizle kabullendiğimizde özgürlük karmaşık bir hal alır. Bu da sınırlamaları kabullenmenin bir tür " vazgeçiş" anlamına gelmesi gerekmediği , yapıcı bir özgürlük eylemi olabileceği ve olması gerektiği ve bu tür seçimlerin maruz kalınan sınırlara karşı mücadele verildiğinde daha yaratıcı sonuçlara önayak olacağı anlamına gelir. Kendini özgürlüğe adayan kimse gerçeklikle mücadele ederek vakit kaybetmez. 

       İnsanların kontrol altında olduğu bir durumu, örneğin tüberkiloz hastalarını ele alalım.  Sanatoryumun katı kurallarına bağlı olduklarından neredeyse attıkları her adım kontrol edilir, belirli süreler boyunca dinlenmeleri gerekir, günde sadece onbeş dakika yürüyebilirler vb. Fakat insanların bu hastalığın gerçekliğiyle kurdukları ilişkiler çok farklıdır. Kimisi pes eder ve neredeyse ölüme davetiye çıkartır. Kimisiyse yapmaları gerekeni yaparken bir yandan da "doğa" yada "Tanrı" nın onlara böyle bir hastalık vermiş olduğu gerçeğine içerler ve her ne kadar dışarıdan uyumlu davranıyor görünse de içten içe kurallara isyan eder. Bu hastalar genelde ölmez de ama iyileşmezler de. Hayatın her alanındaki isyankarlar gibi daimi olarak bir düzlükte kalır, zamanın geçmesini beklerler. 

       Başka hastalarsa ciddi olarak hasta oldukları gerçeğiyle yüzleşirler; sanatoryumun verandasında ki yataklarında dinlenirken saatler boyu düşünerek bilinçaltlarının bu trajik gerçeği sindirmesini sağlarlar.  Benlik bilinçlerini yoklayarak bu hastalığa yakalanmak için ne yapmış olabileceklerini sorgularlar. Hastalığın katı gerçekliğini bilgi dağarlarını artırma yolunda bir yol olarak görürler. Bunlar hastalık sürecini başarılı bir şekilde aşmalarını sağlayacak - asla kağıda dökülemeyen ve günden güne değişen - özdisiplin yöntemlerini en iyi şekilde seçip doğrulayabilen hastalardır. Yalnızca fiziksel sağlıklarına kavuşmakla kalmazlar aynı zamanda bu hastalığa yakalanmış olma deneyimi sayesinde gelişip güçlenirler. 

     Özgürlük yalnızca belirli bir karara "evet" ya da "hayır" demek değildir; kendimizi şekillendirip yaratma gücüdür. Nietzsche'nin deyişiyle özgürlük , " asıl olduğumuz şeye dönüşme" kapasitesidir. 








Kaynak: Rollo May- Kendini Arayan İnsan

       
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Antik Mısır Sanatı

Ayşe Celile Hikmet Uğuraldım (1880-1950) - İlk Türk Kadın Ressamlarımızdan...

Antik Yunan Sanatı (MÖ. VII. ve V. Yüzyıllar Arası)