Yaşama Sanatı - Cesaret

        Bir gün havacıların, karacıların, denizcilerin en yüksek komutanları askerlerinin cesaretini ispatlamak için bir araya gelmişler. Karacıların komutanı askerini çağırmış, asker gelmiş, "emret komutanım" demiş. Komutan askere yere yatmasını emretmiş, daha sonra da bir tanka askerin üzerinden geçmesi için emir vermiş. Asker gözünü bile kırpmadan yattığı yerde beklemiş ve ezilerek hayatını kaybetmiş. Komutan diğerlerine dönerek " işte cesaret" demiş. 

         Havacıların komutanı askerini çağırmış, asker gelmiş, " emret komutanım" demiş. Komutan askere helikoptere binmesini emretmiş. Asker helikoptere binmiş  ve helikopter havalanmış. Komutan askere aşağıya paraşütsüz atlamasını emretmiş. Asker emre itaat etmiş ve atlamış. yere çakılarak hayatını kaybetmiş. Komutanı diğerlerine dönerek " işte cesaret" demiş. 

        Denizcilerin komutanı askerini çağırmış, asker gelmiş"emret komutanım" demiş. Komutan askerine derhal deniz atlaması ve 10 dakika yüzeye çıkmaması emrini vermiş. Asker "hayır"  yanıtını vermiş. Komutan diğerlerine dönerek "işte gerçek cesaret budur" demiş.



        Cesaret  kendi özgün fikirlerinizi ifade etmeniz, kendi varlığınızı dinlemenizdir. Yoksa kendinize ihanet etmiş olursunuz. Cesaret  umutsuzluğun karşıtı  değildir, daha çok umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme yetisidir.  Cesaretin başlıca özniteliği kişinin içsel bütünlüğü, sahip olduğu özsaygı, özdeğer, özsevgi, özgüven gibi niteliklerdir.Cesaret gücünü bu içsel bütünlükten alır. 

         Cesaret gözüpeklik değildir. Böyle bir durumda ortaya çıkan şey kişinin korkularını örtmek için kullandığı sıradan bir kabadayılık ya da II. Dünya Savaşındaki pilotların yaptığı gibi kendi maçoluğunu kanıtlamak olabilir. Böyle bir gözüpekliğin sonucu kendi ölümüne sebep olmak ya da en azından bir polisin copuyla kafayı patlatmaktır. İki durumda cesaret örneği sayılamaz. 

          Cesaret Sevgi ve sadakat gibi diğer kişi değerleri arasında yer alan bir erdem değildir. Cesaret tüm diğer erdemlerin ve kişi değerlerinin altında yatan ve onlara gerçeklik kazandıran temeldir. Cesaret olmaksızın sevgi salt bağımlılık olarak solar. Cesaret olmaksızın sadakat uyumculuk halini alır.  Cesaret sözcüğü Fransızca'da "kalp" anlamına gelen sözcük kökünden gelir. Kalbin kollara, bacaklara, beyne pompaladığı kan ile tüm diğer organlara kazandırdığı işlev gibi cesaret de diğer tüm erdemleri olanaklı kılar. 

          İnsanın kendi varlığını gerçekleştirebilmesi, potansiyelini ortaya çıkarabilmesi, ve üretken olabilmesi için cesaret şarttır. Bir kişinin tümüyle insan olabilmesi sadece kendi kararlarına ve kararlarının sonuçlarını göze alabilmesine bağlıdır. İnsanlar değer ve onura, günden güne verdikleri kararlar yığınıyla ulaşırlar ve bu kararlar cesaret gerektirir. 

            Moral cesaret ya da  algılama cesareti kişinin kendisini diğer insanların acısına açma yetisi yani diğer insanların acısını görebilme hissedebilme yetisidir. Karışmak istemediğimizde , yanlış bir muameleye tabi birine yardım edip etmemenin bahsiyle bile karşılaşmak istemediğimizde, algımızı engellediğimiz, kendimizi başkasının acısına kapattığımız, yardıma ihtiyacı olan birine karşı duygusal bağımızı kopardığımız  hepimizce bilinir. Böylece korkaklığın günümüzdeki en hakim şekli "karışmak istemedim" deyişinde gizlenir. 

             Cesaretin diğer bir çeşidi de duygusuzluğun  karşıtıdır. Buna toplumsal cesaret diyebiliriz. Toplumsal cesaret diğer insani varlıklarla ilişkiye girebilme cesaretidir. Yani kişinin anlamlı bir yakınlık kurma umuduyla tehlikeye atılabilme, risk alabilme yetisidir. Duygusal yakınlık, anlamlı bir ilişki cesaret gerektirir çünkü risk kaçınılmazdır. İlişkinin bize nasıl etki edeceğini baştan bilemeyiz. Kimyasal bir etkileşim gibi birimiz değişirse, ikimiz de değişeceğiz. Kendimizi gerçekleştirirken, gelişecek mi , yoksa yıkılacak mıyız? Emin olabileceğimiz tek şey, kendimizi iyisiyle kötüsüyle bırakırsak bu durumdan etkilenmeden çıkamayacağımız dır. 

       Toplumsal cesaret iki değişik tür korkunun yüzyüze gelmesini gerektirir. Bunlar ilk psikanalistlerden Otto Rank tarafından çok güzel anlatılmışlardır. Rank bu korkulardan ilkini "yaşam korkusu" olarak adlandırır. Bu özerk olarak yaşama korkusudur, kendini terk edilmiş olarak bulma korkusu, bir başkasına dayanma gereksinimi.  Bu korku, kişinin kendini, ilişkiye girebilecek bir benliği kalmayana dek ilişkinin içine fırlatması gereksiniminde kendini gösterir. Kişi gerçekte sevdiğinin bir yansısı haline gelir-eninde sonunda eşini sıkmaya başlar. Bu Rank'ın anlattığı gibi kendini gerçekleştirme korkusudur ve en çok kadınlarda görüldüğünü belirtmiştir. Rank bu korkunun tersini "ölüm korkusu" olarak adlandırdı. Bu diğeri tarafından tamamen emilme korkusudur, kendi benliğini ve kendi özerkliğini yitirme korkusu, bağımsızlığının alınıp götürülmesi korkusu. Rank bu korkunun, çoğunlukla ilişkinin yakınlaşması halinde hızlı bir şekilde sıvışıp kaçmak için arka kapıyı aralık tutan erkeklerde yerleşmiş olduğunu söyler. Gerçekteyse, günümüzde iki çeşit korkuyla da farklı oranlarda hem kadınlar hem de erkekler yüz yüze gelmektedir. Tüm yaşantımızda bu iki korku arasında salınır dururuz. 
              
                Cesaret çok güçlü bir paradoksu içerir; Kendimizi tam bir dolulukla adamalıyız, ama aynı zamanda yanılıyor olabileceğimizin de farkında olmalıyız. Kesin inanç ve şüphe arasındaki bu ilişki cesaretin en yüksek tiplerinin özniteliğidir. Kendi tavırlarının doğruluğundan mutlak bir şekilde emin olduklarını iddia edenler tehlikelidir. Böylesine bir emin olma sadece dogmatizmin değil yıkıcılıkta onu geçen fanatizminde özüdür. Yani doğruya karşı kendini kapatan fanatiğin tersine, hem inanabilme hem de kendi şüphelerini kabul edebilme cesareti olan kişi yeniden öğrenmeye açık ve esnektir. Kendini adama ve şüphe arasındaki ilişki uzlaşmaz değildir. Kendini adama şüphe içermediği zaman değil, şüpheye rağmen olduğunda en sağlıklıdır. Tamamıyla inanmak ve aynı zamanda şüpheleri olmak hiç de çelişkili değildir. Doğruya daha büyük bir saygı beslemek, doğrunun verili bir anda söylenen ya da  yapılandan her zaman daha öteye gittiğinin farkında olmaktır. Doğru bu yüzden sonu gelmez bir süreçtir. 

                     Geleceğe  doğru yaşamak bilinmeyene sıçramak demektir; bu da halihazırda emsali olmayan ve pek az kişinin kavradığı türden bir cesareti gerektirir. 





Kaynak: Rollo May - Yaratma Cesareti

Fıkra: Anonim

          



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Antik Mısır Sanatı

Ayşe Celile Hikmet Uğuraldım (1880-1950) - İlk Türk Kadın Ressamlarımızdan...

Antik Yunan Sanatı (MÖ. VII. ve V. Yüzyıllar Arası)