Yaşama Sanatı - Alıkonan Özgürlüğün Bedeli


         
Kafese Kapatılan Adam

         Bir akşam üzeri, uzak diyardaki ülkenin kralı penceresinden dışarıya bakarken bir yandan da kabul salonundan gelen ve koridor boyunca belli belirsiz duyulan müziği dinliyordu. Kral daha az önce sonlanan diplomatik kabul töreni nedeniyle çok yorulmuştu ve pencereden dışarı bakarken genel anlamda dünyanın halini irdeliyordu. Aşağıdaki meydanda bir adam gördü. Görünüşe bakılırsa ortalama bir adamdı ve muhtemelen yıllardır haftanın beş günü yaptığı gibi aynı rotayı izleyerek eve dönmek üzere bineceği tramvaya yetişmek için hızlı bir şekilde yürüyordu. Kral imgeleminde bu adamın peşine düştü. Onun evine vardığını, formalite gereği karısını öptüğünü, geç akşam yemeği yediğini, çocuklarla ilgili her şeyin yolunda olup olmadığını sorduğunu, gazetesini okuduğunu, yatağa girdiğini, belki karısıyla seviştiğini, uyduğunu ve ertesi sabah işe gitmek üzere tekrar uyandığını hayal etti.

        Ve ani bir merak duygusuyla sarsılan kral bir an için tüm yorgunluğunu unutarak şöyle düşündü:" bir adam hayvanat bahçesindeki hayvanlar gibi kafese kapatılırsa ne olurdu?"




      Böylece kral ertesi günü bir psikolog çağırıp fikrinden bahsederek kendisini deneyi gözlemlemeye davet etti. Ardından kral hayvanat bahçesinden bir kafes getirilmesini emretti ve sonrasında sıradan bir adam bu kafese yerleştirildi. 

             Başlangıçta adam şaşkındı ve kafesin dışında duran psikoloğa durmadan " tramvayı kaçıracağım, işe gitmem lazım, baksanıza saat kaç oldu, işe geç kalacağım!"deyip duruyordu. Fakat sonra akşamüzeri mantıklı bir şekilde düşünüp durumun farkına varmaya başladığında şiddetle karşı çıkmaya başladı:" Kral bana bunu yapamaz! Bu adil değil ve kanunlara aykırı!" Sesi güçlü bakışları öfkeliydi. 

              Haftanın geri kalanı boyunca adam bu şekilde şiddetli protestolarını sürdürdü. Her gün olduğu gibi kral kafesinin yanından geçtiğinde adam itirazlarını doğrudan kendisine yöneltiyordu. Ama kralın yanıtı şöyle oluyordu:" Şuraya baksana, bolca yiyeceğin, rahat bir yatağın var ve çalışmak zorunda değilsin. Sana iyi bakıyoruz, o halde neden itiraz ediyorsun?" Bir kaç gün sonra adamın itirazları azaldı ve ardından tamamen kesildi. Kafesinde sessizce oturuyor, konuşmayı reddediyordu ama psikolog içini yangın yerine çeviren nefreti görebiliyordu. 

                Ne var ki bir kaç hafta sonra psikolog, kral tarafından kendisine iyi bakıldığına dair her gün yapılan hatırlatmanın ardından adamın sanki bu ifadenin doğru olup olmadığını düşünüyormuşçasına bir süre duraksamaya başladığını fark etti: bakışlarındaki öfke bir anlığına da olsa siliniyordu. 
    
               Ve bir kaç hafta sonra adam psikoloğa insana yiyecek ve sığınılacak bir yer verilmesinin ne kadar faydalı bir uygulama olduğunu, insanoğlunun zaten her koşulda kaderini yaşamak zorunda olduğunu ve kendi üzerine düşenin bu kaderi kabullenmek olduğunu söylemeye başladı. Sonrasında bir grup profesör ve yüksek lisans öğrencisi kafesteki adamı incelemeye geldiğinde adam onlara son derece sıcak davranıp bu yaşam biçiminin kendi seçimi olduğunu güvenlik ve iyi bakılmanın son derse önemli değerler olduğunu ve onlarında yaptığı bu seçimdeki mantığı göreceklerini söyledi. Ne kadar tuhaf ve ne kadar acınası diye düşündü psikolog; neden yaşam biçimini onaylamaları için bu denli uğraş veriyor?

             İlerleyen günlerde kral avluya girdiğinde adam ayaklanıp parmaklıkların ardından kendisine yiyecek ve kalacak yer sağladığı için minnetini ifade etmeye başladı. Ama kral avluda yokken ve adam psikoloğun varlığından habersizken ciddi bir değişime uğruyordu; çok daha suratsız ve aksi görünüyordu. Yemeği parmaklıkların arkasından uzatıldığında adam sık sık tabakları düşürüyor ya da suyu deviriyor ve sonrasında bu aptallık ve sakarlığı için utanç duyuyordu. Konuşmaları giderek daha da tekdüze bir hal aldı: ve ilgilenilmenin önemi üzerine ortaya attığı felsefi teoriler yerine tekrar tekrar, " Kader bu" diyerek " Evet öyle" diye mırıldanmaya başladı. 

            Ne zaman son evreye girdiğini söylemek güçtü. Fakat psikolog adamın yüzünde belirgin bir ifade olmadığını fark etmeye başladı: eskisi gibi gülümsemiyor, daha ziyade gazı olan bebeklerin ki gibi bir ifade takınarak boş ve anlamsız bir şekilde etrafa bakıyordu. Adam yemeğini yiyor ve zaman zaman psikologla bir kaç kelimelik diyaloğa giriyordu; bakışları donuk ve uzaktı ve her ne kadar psikoloğa bakıyor gibi görünse de  aslında onu gerçek anlamda görmüyordu. 

         Ve artık düzensizleşen konuşmalarında asla "ben" ifadesini kullanmıyordu. Kafesi kabullenmişti. Öfkelenmiyor, nefret duymuyor ve mantıklı açıklamalar yapmıyordu. Ama artık aklını yitirmişti. 

            O gece psikolog nihai raporu yazmak üzere çalışma odasına geçti. Fakat içinde muazzam bir boşluk hissettiğinden kelimeleri bir araya getirmesi çok güç oldu. Sürekli yazdıklarıyla kendini telkin etmeye çalışıyordu:"Asla hiç bir şeyin kaybolmadığı, maddenin yalnızca enerjiye ve oradan da tekrar maddeye geçeceği söylenir." Fakat bir şeylerin kaybolduğunu, bu deneyle birlikte evrenden bir parçanın kopup geriye kocaman bir boşluk bıraktığını hissetmeden edemiyordu.

           Yukarıdaki hayal ürünü hikayede  önemle üstünde durulması gereken noktalardan biri adamın tutsak olduğunu fark ettiğinde içinde yükselen nefrettir. İnsanların özgürlüklerinden vazgeçmeleri gerektiğinde içlerinde bu denli bir nefretin ortaya çıkması özgürlüğün insanlar için ne kadar temel bir değer olduğunun kanıtıdır. Özgürlüğünün önemli bir bölümünden genellikle seçme şansının olmadığı çocukluk döneminde vazgeçmek zorunda kalan kişi çoğu zaman dışarıdan bakıldığında durumu kabullenip teslimiyete "boyun eğmiş" görünür. Ancak içinde oluşan boşluğu onu özgürlüğünden vazgeçmeye zorlayan kişilere karşı duyduğu öfke ve kırgınlığın doldurduğunu görmek için fazla derinlere inmeye ihtiyacımız yoktur. Ve bu için için yanan nefret genellikle elinden alınan " VAR OLMA HAKKI" ile orantılıdır. Elbette ki nefret bastırılmıştır; zira köle olan kişi ustalarına karşı beslediği nefret dolu düşünceleri paylaşamaz ama yine de oradadır. Kişinin dışarıya dönük olarak özgürlüğü elinden alındığında kendi içinde dengeyi sağlayabilmesi için özgürlüğünü elinden alan kişiye karşı nefret besler, kişi özgürlüğünün kaybına karşın, duyduğu nefrete sarılır.  

          İnsan olmanın getirisi olan gücü azaldığında kişi bir süre sonra nefret ya da kırgınlığını dışa vuramamaya başladığında psikolojik ya da psikosomatik (Psikolojik kökenli olan fiziksel hastalıklar) rahatsızlıklarla karşı karşıya kalacaktır. Nasıl ki küçük bir çocuğun ebeveynlerine karşı durması özgür bir birey olarak doğması için gerekliyse, zarar görmüş kişinin de nefret ya da kırgınlık hissetmesi de onu baskılamaya çalışanlara karşı durabilmesini  sağlayacak içsel beceriye , güce sahip olduğunun göstergesidir. Elbette ki nefret ve  kırgınlık kendi içlerinde iyi şeyler değildir, ya da kişinin sağlıklı olma seviyesi beslediği nefretle orantılı değildir. Sağlıklı olan, bütün duygularda olduğu gibi nefret ve kırgınlığın da olduğu gibi bastırılmadan yaşanılması , nedenlerinin farkında olunmasıdır. Nefret ve kırgınlık uzun vadede yıkıcı duygulardır ve olgunluğun belirtisi  bu duyguların farkında olunarak   yapıcı duygulara çevrilmesidir. Nefret ve kırgınlık kısa vadede ve pozitif anlamda kişinin kendisine zarar veren ya da özgürlüğünü elinden alan  kişilere karşı durma yetisi kazandırır ancak uzun süre bu duygulara maruz kalınıp bastırıldığında kişi bir şeyleri,  sonunda da kendisini yıkma eğilimi gösterir.

         Toplumda nefret duygusunun ifade edilmesi hoş karşılanmaz, toplumdan onay görebilmek için iyi huylu, kontrollü, her daim temkinli, topluma uyum sağlamış bireyler olunması gereklidir ve bu yüzden nefret, kırgınlık gibi duyguların bastırılması öğretilir, öyle gereklidir.  Bunların sonucu olarak nefret ve kırgınlık duygusu genellikle bastırılır.  Bir tavır ya da duyguyu bastırdığımızda yüzeysel olarak bu duyguya zıt bir şekilde davrandığımız , zıt bir tavır takındığımız artık bilinen bir psikolojik eğilim. Örneğin kendinizi hoşlanmadığınız birine karşı aşırı kibar davranırken bulabilirsiniz. Ya da gücünü kaybetmiş, özdeğeri, özgüveni düşük biriyseniz bu nefret ettiğiniz insanı aslında "sevdiğinize" dair kendinizi ikna etmeye kalkışabilirsiniz. Baskın bir anne, baba ya da başka bir otorite figürüne aşırı bağımlı olan kimsenin nefretini gizlemek için onu "seviyormuş" gibi yapması sık rastlanan bir durumdur. Kişi bu şekilde nefret ya da kırgınlıktan kurtulamaz; bu gibi durumlarda kişi nefretini başka insanlara yöneltir ya da kendi içine dönerek kendinden nefret etmeye başlar. 

      Sonuç olarak nefretimizle açıkça yüzleşmemiz önemlidir. Ve kırgınlığımızla yüzleşmemiz çok daha önemlidir, zira günümüzün kibar ve modern hayatında nefret genelde bu şekle bürünür. Çoğu insan kendi içlerine baktıklarında belli bir nefretin farkına varamasalar da  bol miktarda kırgınlığa rastlayabilirler.  Bireysel rekabetin çok fazla olduğu günümüzde kırgınlığın çok sık rastlanan, kronik ve yıkıcı bir duygu olmasının nedeni genellikle bastırılmasıdır.  Bunun da ötesinde nefret ve kırgınlıklarımızla açık bir şekilde yüzleşmediğimizde er ya da geç kendi kendine acıma duygusuna dönüşürler ki bu durumun kimseye faydası yoktur. Kendi kendine acıma nefret ve kırgınlığın "korunmuş" halidir. Kişi böylelikle nefretini "besleyip" kendine acıyarak, ne kadar zorlu bir hayat sürdüğünü ya da ne kadar çok acı çektiğini düşünerek ve bunu değiştirmek için hiçbirşey yapmayarak psikolojik dengesini sağlamaya çalışabilir. 

       Nefret ve kırgınlık kişinin içsel özgürlüğünü geçici bir süreliğine korur, ancak kişi er ya da geç bu nefret duygusuyla yüzleşerek gerçek özgürlüğünü asıl hayatta da geri kazanmalıdır, aksi takdirde kişinin nefreti kendisine yönelerek kendisini yok eder.












Kaynak: Rollo May- Kendini Arayan İnsan

           


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Antik Mısır Sanatı

Ayşe Celile Hikmet Uğuraldım (1880-1950) - İlk Türk Kadın Ressamlarımızdan...

Antik Yunan Sanatı (MÖ. VII. ve V. Yüzyıllar Arası)